13 Eylül 2013 Cuma

AĞIZ KOKUSU NASIL ÖNLENİR


Her insan için ağız kokusu önemli bir sorun oluşturur. Bu sıkıntı aslında önlenebilir bir sıkıntıdır. Bunun için yapılacak çok basit bir işlem vardır düzenli bir ağız ve diş bakımı.

Fizyolojik ağız kokusu, patolojik ağız kokusu olmak üzere iki çeşit ağız kokusu olduğunu söyleyen uzmanlar fizyolojik ağız kokusunu herkesin ağzında bulunan günlük bakterilerin yağmış olduğu koku olarak tanımlıyorlar. Patolojik ağız kokusu ise çevreden hissedilebilen, uyarı alabilecek derece olan bir kokudur.

Ağız kokusu iki sebeple ortaya çıkabilir. Ağız kokusunun sebeplerini bilmeli ve ona göre hareket edilmelidir. Bunun için de mutlaka işin uzmanından yardım almakta fayda var.

Ağız kokusunun bir lokal sebeplerle, bir de sistemik hastalıklar sebebiyle ortaya çıktığını ifade eden uzmanlar, lokal sebepleri diş hekimlerini ilgilendiren sebepler olarak gösteriyorlar.

Ağız kokusunun sebeplerinden yüzde 90'ı ağız kaynaklıdır. Ağızdaki çürük dişler, dolgular, eskimiş kaplamalar, dil üzerinde birikmiş mikroorganizmalar veya kulak burun boğaz doktorlarını ilgilendiren farenjit vb. sebeplerle oluşan kokular lokal sebepler olarak gösteriliyor.

Bu sorunun dışında ağız kokusunu oluşturan bir de sistemik hastalıklar var. Bağırsak, mide, karaciğer hastalıklarından kaynaklanan hastalıklar, üst solunum yolu kanserlerinden ve böbrek rahatsızlıklarından kaynaklı ve antidepresan ve kanser ilaçları kullanan hastalarda, şeker hastalarında, böbrek hastalıklarında oluşan ağız kokuları sistemik ağız kokuları olarak tanımlanıyor. Sistemik ağız kokularının başında şeker hastalığı geliyor. Çünkü şeker hastalığında tükürük bezleri etkileniyor ve buna bağlı olarak tükürük azalıyor ve koku oluşuyor.

Uzmanlar ağız içi bakımı yapıldığı zaman kokuda da azalma olacağını söylüyorlar. Yeterli bir hijyen ve ağız bakımı yapıldığı takdirde bu sorundan büyük ölçüde kurtulabilinir.

Bilinenin aksine gargara ve naneli şeker ile ağız kokusu giderilemez. Gargaranın etkisi geçtiğinde ağızdaki koku devam eder. Ağız kokusunu önlemede en faydalı olan şekersiz sakızlardır. Şekersiz sakız içinde bulunan maddeler tükürük akışını hızlandırarak ağız kokusunun giderilmesine yardımcı olur'.Bu sebeple şeker ya da gargara yerine şekersiz sakız kullanmak sağız kokusunu gidermede daha etkili bir çözümdür.

DERLEME

2 Eylül 2013 Pazartesi

YOĞURT YEMEYİN



GÜNLERCE BOZULMAYAN ENDÜSTRİYEL YOĞURT KANSER YAPIYOR.


ENDÜSTRİYEL YOĞURT, YOĞURT DEĞİL ZEHİR.

Yoğurdu hayatınızdan çıkarın! Çünkü...

Hemen hemen her sofrada yer alan yoğurtla ilgili çok önemli uyarı geldi. Bizim faydalı diye yediğimiz yoğurttaki asıl tehlikeyi Çapa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar açıkladı.

Çapa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar, endüstriyel yoğurdun yoğurt olmadığını ve son dönemde artan kanser vakalarında bunun etkisinin ilk sırada olduğunu söyledi.

Kanser hastalığı her geçen gün artıyor. Etrafımızda her gün birisine kanser teşhisi konulduğunu duyuyoruz. Uzmanlar, kanserdeki bu kadar yoğun bir artışı yalnızca sigara ile alkolle ve obezite ile açıklamanın mümkün olmadığını düşünüyor.”

Rotahaber'e konuşan Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi öğretim üyesi Dr. Yavuz Dizdar bu kadar çok hasta ortaya çıkmasını herkesin maruz kaldığı bir etmenle olabileceği görüşünde. Beslenme açısından da birbirinden çok farklı sosyal statüdeki insanlarda da kanserin görüldüğüne dikkat çeken Dizdar, "Şunları hayatınızdan çıkarın diyebileceğiniz neler var?" Sorusuna şu cevabı verdi:

"Biz bilim adamları olarak geçtiğimiz yıllarda bunu çok tartıştık. Birinci sırada olan yoğurt hala ilk sıradaki yerini koruyor. Bizim ülkemizde yoğurt, diğer ülkelere göre açık ara daha çok tüketilen bir üründür. Yoğurt, beslenmeden öte insan vücudunun dengesinin korunması açısından da çok önemlidir. Ama işlemden geçmemiş, endüstriyel yoğurt olmamalı" diyerek endüstriyel yoğurda dikkat çekiyor. Dizdar, endüstriyel yoğurttan niçin uzak durulması gerektiğini de şöyle anlatıyor:

"Çünkü endüstriyel yoğurt, yapay bir ürün. Ekşimiyor, dolapta bekleyen yoğurdu haftalar boyunca üstten yemeye devam etseniz bir şey olmuyor. Bunu ben defalarca test etmiş biri olarak biliyorum. Biraz dikkat eden herkesin de bildiğini düşünüyorum.



Bir ürün bu kadar çok tüketiliyorsa, bu kadar derin bir değişime gitti ise sorun var demektir. Bir gıdanın bozulma biçiminin dönüşmüş olması, ekşimenin ötesinde küflenmeyi bile atlıyor olması içerikte çok fazla değişiklik yapıldığını gösterir. Kimse kusura bakmasın. Bunlar yoğurt değiller. "


Ana fermente ürünün yoğurt olduğunu hatırlatan Dizdar, maalesef Türkiye'de olmazsa olmazın başında yoğurt ve ayranın geldiğini hatırlatıyor.

Türkiye'de yoğurdun bir 15 – 20 yıl önce kesinlikle böyle olmadığını hatırlatan Dizdar, bu yeni yoğurt yönteminin bilinçli bir şekilde Türkiye'ye dayatıldığını söylüyor. Dizdar, bu güçlerin, yoğurda ilişkin Türkiye'deki yasal tebliğleri bile değiştirdiğini ifade ediyor. Kendisinin bu konuda eleştirileri gündeme getirdiğinde bazı endüstriyel yoğurt üreticilerinin, "Hocam size bozulmayan yoğurt verdik daha ne istiyorsunuz" diyenlerin olduğunu dile getiriyor.

Dizdar, "Peki hayatımızdan her şeyi ile yoğurdu çıkarmalı mıyız?" sorusuna da kesin bir cevap veriyor. "Kesinlikle hayatımızdan çıkarmamalıyız. Tam tersine mümkün olduğu kadar daha çok yer açmalıyız. Ama endüstriyel yoğurdu bırakıp yoğurdu evde yapmalıyız" diyor.



DERLEME

1 Ağustos 2013 Perşembe

GAZ SORUNU VE DOĞAL ÇÖZÜMLERİ



Sindirim sistemi bakterileri ve mayalar tarafından üretilen ve yellenme denilen olaya neden olan bağırsak gazları, kişileri oldukça rahatsız eden bir problemdir. Ses ve kötü kokunun eşlik ettiği ve anüse baskı yapan bu gaz durumu, şişkinliğin getirdiği rahatsızlık ve toplumsal utanca neden olur.

Gaz öyle ya da böyle herkes tarafından yaşanmış bir durumdur. Toplum içinde sıkılmaya yol açan bu problem temelde mide ve bağırsakta kimyasal gazların birikmesi sonucu ortaya çıkan bir sindirim durumudur. Gazın birikmesi ile dolgunluk ve şişkinlik, karın ağrısı artar. Gaz ya rektum-bağırsak yoluyla vücuttan çıkar ya da ağız yolu ile (geğirme) vücudu terk eder.

Aslında çok doğal olan bu durum kişiler için aşırı sıkıntılı olabilir. Sağlıksız yeme alışkanlıkları, düzensiz bağırsak hareketleri, huzursuz bağırsak sendromu ya da laktoz toleranssızlığı olanlarda görülmesi çok olasıdır.

Ortalama bir insanın rektum ya da ağız yoluyla günde en az 4 kere gaz çıkardığı düşünülür. Aslında gaz çıkarmak bir sağlık tehdidi değildir ama toplumun tepkisi yüzünden istenmeyen bir durum olarak kabul edilmektedir. Gaz çıkarmanın sorun edilmediği toplumlar yok değildir. Aşırı gazın oluşuma neden olan faktörleri belirlemek tedaviyi kolaylaştıracaktır.

Sindirim sisteminde gazın birikimi iki şekilde meydana gelir. Biri gıdaların çözünmesi esnasında ortaya gaz çıkması ile olurken, diğeri yeme-içme ya da yutkunma esnasında aşırı hava yutması ile olur. Gaz daha çok oksijen ve azot içerir. Salınan gazda hidrojen, karbondioksit ve hatta metan gazı bulunabilir. Gaz çıkarmak doğal ve biyolojik bir süreçtir. Erkek ve kadınlarda ortak olarak görülmesine rağmen, erkeklerde daha sık görülür. Yaşlı ve çocuklarda sıklıkla oluşur. Aslında herkes gaz çıkarır. Pek çok zaman gaz çıkaran kişi tarafından bile fark edilmeyecek şekilde kokusuz ve sessizdir. Kötü kokan gazın sorumlusu içeriğinde bulunan kükürdün varlığıdır. Kabızlık geçiren kişilerde gazın şiddetli koku bulundurması olağandır.

Aşırı ve kokulu gaz beslenme alışkanlıkları, yaşam tarzı değişiklikleri ile kontrol edilebilir. Kişide gaza neden olan besinlerin tüketimini aza indirmek, yemek zamanlamalarına dikkat etmek, düzenli ve yeterli uyku, bağırsak hareketlerini düzenleyici egzersizler yapmak sindirime yardımcı olacaktır.
Gaz sorunu yaşayan bir kişide şu belirtiler de bulunuyor olabilir: Karında şişkinlik ve rahatsızlık hissi, aşırı yellenme, geğirme, karın ağrısı.

Gaza neden olan başlıca etkenler ile şöyle sıralanmaktadır:

Hava yutulması, bağırsakta aşırı miktarda bakteri olması, çok fazla lifli besin tüketimi, malt ve özü içeren gıdaların tüketilmesi, sindirim sistemi iltihapları, huzursuz bağırsak sendromu, düzensiz bağırsak hareketleri, kabızlık, hijyenik olmayan yiyecek ve su tüketimi, aşırı yağlı beslenme, karbondioksit içeren gıdaların çok tüketimi, fazla kükürt içeren gıdaların tüketimi.

Aşırı gaz sorunun en önemli tedavisi beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesidir. Bazı meyve ve sebzeleri kesmek, süt ürünlerini daha az tüketmek gerekebilir. Aşırı yağlı bir beslenme düzeni varsa terk edilmelidir. Aşırı protein ve aşırı karbonhidrat tüketmekte gaz sorununun bir sebebi olabilir.

Gaz problemlerini çözebilmek için fasulye, lahana türleri, karnabahar, brokoli, mayalı ürünler ve peynir azaltılmalı, gazlı içecekler tüketilmemelidir. Yüksek karbonhidrat içeren yulaf ve patates daha az tüketilmelidir. Pirinç, muz, narenciyeler, üzüm, sert peynirler, et, yumurta gaz üretimini arttırabilir. Doymamış yağlar içeren besinlerden kaçınılmalıdır.

Bir seferde çok miktarda değil az ve sık öğünlerle beslenilmeli, yemekler iyice çiğnenmelidir. Aşırı gaza neden olabilecek besinler herkeste farklılık gösterebildiğinden tüketimler izlenmeli ve neyin gaza sebep olduğu bilinmelidir. Buna göre ilgili besinler kesilmelidir. Sigara, sakız ve emerek şekerleme tüketimi bol miktarda hava yutulmasına sebep olduğundan aşırı gaz oluşumuna birer neden olabilir.

Bağırsakların sağlıklı çalışması ve gaz üretimini azaltması için fiziksel aktivitede bulunmak önemlidir. Çok hareketli insanların sindirim problemleri nadiren görülür. Sindirim problemi olmaması ise aşırı gaz üretilmemesiyle sonuçlanır. 


GAZ SORUNUNU GİDERECEK ÇÖZÜMLER

* Bir bardak ılık su içinde bir tutam şeytantersi, bir tutam kaya tuzu ve yarım tatlı kaşığı toz zencefil karıştırılarak yemeklerden sonra içilir.

* Yemeklerden sonra limon suyunda bekletilmiş taze zencefilden bir dilim yenilir.

* 1 tatlı kaşığı bal ile bir çay kaşığı dereotu tohumu karıştırılarak yemeklerden sonra içilir.

* 1 çay kaşığı kakule tohumu, 1 tatlı kaşığı toz zencefil ve 1 tatlı kaşığı tatlı toz kırmızıbiber karıştırılarak yarım çay kaşığı yemeklerden birer saat sonra bir bardak su yardımı ile içilir.

* Yemeklerden sonra bir tutam taze nane çiğnenir.

* Nane çayı içmek ya da bir bardak suya damlatılan iki damla nane yağı gaz sorununu hafifletecektir. .org

* Yemeklerden sonra anason ya da rezene çayı içilebilir ya da tohumları çiğnenebilir.

* 10 gram taze fesleğen suyu ve 10 gram toz zencefil karıştırılarak hurma yardımı ile minik haplar yapılır. Sabah aç karnına birer adet içilir.

* Gaz sorununda, özellikle gazlı bebeklerde Hindistan cevizi yağı ile karna masaj yapmak etkili bir yöntemdir. org

* Bir bardak suyun içine yarım limon suyu ve bir tutam karbonat ekleyerek kabartılır ve içilir.

* Bir çay kaşığı kereviz tohumu hızlı etki gösterir.

* Papatya çayı sindirim gazlarını giderir ve sindirimi geliştirir.

* Gazı rahatlatmak için çemen otu tohumu ile çay demlenir.

* 1 soğan dilimlenerek 1 bardak su ile 10 dakika kaynatılır ve biraz soğutularak içilir. Hızlı bir çözümdür ancak kötü kokulu oluşu nedeni ile zor içilebilir. İçtikten sonra nane çiğnenerek kötü koku ve tat giderilebilir





BİR BARDAK KOLANIN YAPTIĞI TAHRİBAT

Karatay, bir bardak kolanın 60 dakikada vücuda verdiği zararı sekiz başlık altında özetledi
İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, bir bardak kolanın 60 dakikada vücuda verdiği zararı sekiz başlık altında şöyle özetliyor:

1. İlk 10 dakikada: Kanınıza hemen 10 çay kaşığı kadar şeker girer. Bu normal günlük dozun 100 katı kadardır. Bulantınızın olmamasının nedeni içinde bulunan 'fosforik asittir'.

2. İlk 20 dakikada: Kan şekeriniz aşırı şekilde yükselir. Bunun sonucu pankreasınızda aşırı derecede insülin salgılanır ve kan şekerinin fazlası karaciğerde yağ olarak depolanmaya başlar.

3. 40 dakika içinde: Kafeinin tamamı dolaşıma girmiş olur. Kan basıncı yükselir, karaciğerden daha fazla şeker yapılarak kana geçer ve kan şekeri tekrar yükselir.

4. 45 dakika içinde: Beyinde dopamin yapımı artar, mutluluk hissi başlar (eroinin etkisine benzer bir etki meydana gelir.)

5. 60 dakika içinde: Ani açlık hissi oluşur.

6. Tekrar kolaya ve tatlılara saldırırsınız.

7. Bu kısır döngü devam ettiği süre karaciğer ve göbek yağlanması artar, vücudun tüm hücrelerinde leptin ve insülin direnci gelişir.

8. Şişmanlık hastalığını başlatmıştır ve bütün dejeneratif hastalıkların nedenidir.

DİYET

CANAN KARATAY TÜM EZBERLERİ BOZDU...


ALLAH NE YARATTIYSA FAYDASI VAR.


Canan Karatay, diyetle ilgili yine ezberleri bozdu. 8-10 öğün değil, günde iki öğün. Yemek yerken de su içmeyin... İşte Karatay'dan sağlıklı beslenme tüyoları.



Türkiye'de diyet ve sağlıklı beslenme konusunda TABULARI YIKAN İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, günde 2 öğün beslenilmesi gerektiğini söylüyor. Karatay, Türk halkının günde 8-12 öğün beslendiğine dikkat çekerek, toplumun 'enine büyüdüğünü' ifade ediyor. Prof. Karatay'a göre, günde 2 öğün beslenmek gerekiyor. Dahası Karatay, yaş ilerledikçe yürüyüşe daha çok ağırlık verilmesi önerisinde bulunuyor.



Habertürk'te konuşan Canan Karatay, hareket etmek şartıyla kişinin istediği kadar yemek yiyebileceğini dikkat çekerken, bir de uyarıda bulunuyor. Yemek yerken su içmeyin. Neden mi? İşte Karatay'ın yanıtı...


KÖY TEREYAĞI SAĞLIKLI

"Tam yağlı, doğal olan her şey tüketilmeli. Saf köy tereyağı, katkısız Trabzon, Urfa ya da Malatya gibi yörelerimizin tereyağı kullanılabilir. Hatta kadınlarımız tıpkı yoğurt gibi evde tereyağını kendileri yapabilirler. Zeytin dahi evde yapılabilir. 'Karatay Mutfağı'nda bunların tarifini verdim. Katkısız ve çocuklara en faydalı biçimde kendi besininizi hazırlayabilirsiniz. 


Tereyağı, yayık ayranı aslında yarım saatlik bir iş. Neneler ya da ev kadınları, evde oturduklarında sürekli televizyon izlemek yerine bunu kolaylıkla yapabilirler. Saf köy tereyağı, en sağlıklısıdır, buzdolabında bile katı değildir ve istenildiği kadar kullanılabilir. Saf köy tereyağı ve soğuk sızma zeytinyağı her gün gereği kadar vücudumuza girmelidir."

'YEMEKTE TEREYAĞ VE ZEYTİNYAĞI KULLANILMALI'

"Zararlı dediğimiz yağlar, trans yağlardır. Trans yağlar, kızartmalarla meydana gelen yağlardır, işlenmiş her gıdanın içindeki trans yağlar zararlı ve kanserojendir. Artık halkımız, şekere ve trans yağlara dikkat etmeli, zaten dikkat edilirse hastalık da kalmaz. Mısırözü ve ayçiçeği yağı, çiğ olarak kullanılabilir. Ama ikisi de ısındığı veya kızardığı zaman aşırı miktarda trans yağ oluşur. Margarin haline gelince de, katı ya da sıvı olsun, içi trans yağ doludur.



FINDIK YAĞI DA KULLANIN

Yemek yaparken tereyağı, zeytinyağı veya fındık yağı kullanmak gerekir, çünkü bunlar ısıya dayanaklıdır ve hemen bozulmazlar. Bunlardan asla korkmayacağız, bu yağlar yanmadıkça, trans yağ oluşmaz. Isınınca bozulan mısırözü ve ayçiçeği yağıdır. Bunlarla kızartma yaparsak hemen kanserojen olur. Trans yağlar, en fazla çoklu doymamış dediğimiz bitkisel yağlarda oluşmaktadır unutmayalım!"

'Kelleyi, paçayı, işkembeyi rahatlıkla yiyebilirsiniz'
"Yağlardan en sağlıklısı, serbest dolaşan hayvanların etindeki hayvansal yağlardır. Kuzu eti yediğiniz zaman yağıyla birlikte yemelisiniz. Kuzu etini kaynatıp et suyu çıkardığınız zaman da çok sağlıklı olur.

Sevdiğiniz kelleyi, paçayı veya işkembeyi rahatlıkla yiyebilirsiniz. Sakatatlardan hepsini yiyebilirsiniz. Karaciğer de buna dâhil. Şişman hanımlar, 'Dizlerimde kıkırdak kalmadı' diyor. Sen protein yemezsen tabii ki dizin gider, sağlıklı protein, sağlıklı yağ, yumurta, tereyağı, saf zeytinyağı yemezsen kilo veremezsin. Paça çorbası, diz eklemleriyle ilgili sorunlara birebirdir. Ben haftada 2 kez paçamı, işkembe çorbamı içerim. Beni eleştirenler, '10 yıl sonra ne olacak?' diyorlar, oysa ben bunları yeni söylemiyorum ki. Yıllardır bunları anlatıyorum. 1987 yılında, ABD'ye gittim. Oraya gidinceye kadar İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Koruyucu Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı’ydım. Tüm bu söylediklerim yeni ifadeler değil. O zamandan beri takip ettiğim hastalar, şimdi 80-90 yaşlarında ve sağlıklılar."



KIZARTMA HİÇ YOK

"Kızartma bitti, hiç yapılmayacak, Çünkü kızartma trans yağ demektir. Balık ızgara, fırın, buğulama şeklinde yenilebilir. En sağlıklısı bunlardır. Ama Trabzon ya da Ordu'da yapıldığı gibi hamsiyi una bulayıp kızartırsanız o tehlikelidir! Kanserojendir! Aslında yiyecekleri biz pişirirken ya da tüketirken tehlikeli hale getiriyoruz.

İdeal bir öğlen yemeği, biftek veya bonfile ile güzel bir salatadan oluşur. Bütün bir balık yiyebilirsiniz. Izgara yapılmış sebze, döner yiyebilirsiniz. Ama dönerin yanında pilav, patates, pide yok! Bir iki kaşık tam buğday veya bulgur pilavı, cacık, yoğurt, ayran olabilir. Doyuncaya kadar yiyebilirsiniz, sakın az yiyip de aç kalmayın, sonra halsizleşir doğru dürüst iş yapamazsınız. Kilo almayacağım diye yalnız salatayla öğün geçirmek bu nedenle doğru değildir!"

Türk milleti 8-12 öğün besleniyor, enine büyüyor "İbn-i Sina, Ortaçağ'ın en önemli bilim adamı, tıp hekimidir. Onun yazdığı tıp kitapları Ortaçağ'da bütün tıp okullarında okutuluyordu. İbn-i Sina, 'İki öğün sağlıktır, üçüncü öğün hastalıktır' der. Sabah zaten çok kuvvetli yiyince doğal olarak iki öğüne iniyorsunuz. Akşam yemeği de erken yemeli. Hz. Muhammed'in tavsiyesi de bu doğrultudadır. Kuvvetli bir kahvaltı yaptıktan sonra zaten acıkmıyorsunuz. Ama Türk milleti maşallah 8-12 öğün besleniyor, öyle alıştırıldı, öyle programlandı. Bu nedenle de Türk milleti enine büyümeye başladı!




YAŞ İLERLEDİKÇE HAREKET ARTACAK

50 yaşından sonra 6-7 öğün yemek tamamen sağlıksızdır. İbn-i Sina diyor ki, 'Yaş ilerledikçe, hareket artacak'. Oysa biz yaşlandıkça köşemize çekiliyoruz, bu çok yanlış. Türk toplumu eğer şişmansa, hastaysa, göbeği varsa, şeker veya kalp hastasıysa, kiloluysa, depresyon hastasıysa, kanseri varsa, Alzheimer’i varsa şeker, tatlı tüketmeyecek. Benim gibi 60-70 yaşındaysanız, oturup 3 öğün ekmek, şeker yiyemezsiniz. Şekerli içecek içemezsiniz. Çünkü harcamıyorsunuz, ihtiyacınız da kalmıyor. Metabolizma yavaşlamış oluyor, hormonlar gitmiş. Vücutta hormon kalmamış. Ben buna dikkat çekmek istiyorum."







DİYET YİYECEKLERE DİKKAT

"Light ürünlere, diyet olan tüm yiyecek ve içeceğe karşıyım. Çünkü diyet denilen besinler, içindeki doğal yağların, doğal vitaminlerin, doğal minerallerin alınmış olan kısmıdır. Diyet yiyecekler, en sağlıklı kısmı alınan ve en pahalı satılan ürünlerdir. Hazır gıdalar da öyle. Hazır gıdalardan da uzak duracaksınız. Doğal gıdaları kendiniz hazırlayıp yiyeceksiniz. O zaman hastalanmazsınız, verdiğiniz kiloları da almazsınız."
'Yapay gıdalar kısırlık ve kanseri artıyor'

"Yanlış beslenme ve yapay gıdalar sonucunda kısırlık artıyor. Sadece kısırlık değil, kanser, kalp hastalığı, şeker hastalıklarında da artış görülüyor. Hepsinin temelindeyse obezite yatıyor.

Obez, karaciğer yağlanması olan yani insülin yüksekliği olan kişilerde östrojen hormonu da yükseliyor, polikistik over gelişiyor, kadınlarda üreme duruyor, erkeklerde memeler büyüyor ve spermin kalitesi ve sayısı azılıyor. Bir de GDO'lu gıdalar var. Bunlar ve trans yağların aşırı tüketilmesi üreme dahil vücuttaki her şeyi bozuyor."
'Hareket etme şartıyla istediğin kadar ye'

"Kaç gün diye bir şey yok, doyuncaya kadar her şeyi yiyeceksiniz. Karatay Mutfağı'nda 'kaç kalori' hesabı yok. Ben başka bir şey söylemiyorum. Hareket etmek ve sağlıklı yiyecekler olması şartıyla istediğiniz kadar yiyebilirsiniz.

Bilgisayar ya da televizyon karşısında saatlerce oturursanız olmaz! Hareket etmeden hiç kimse kilo veremez. Ama gençsiniz, atletsiniz, saatlerce spor yapıyorsanız ya da hamileyseniz o zaman tabii ki yiyecekseniz. Her gün 5 kilometre koşun ya da yürüyün, o zaman sağlıklı yiyeceklerden istediğinizi, doyuncaya kadar, bakın bir kez daha vurguluyorum doyuncaya kadar yiyebilirsiniz. Örneğin pastırmalı kuru fasulye, mercimek, piyaz gibi yemekleri doyana kadar yemelisiniz. Ama ekmeksiz olarak! Tabii ki kuru soğanla... Neden? Çünkü biz de bir söz vardır biliyorsunuz: 'Aç ayı oynamaz!' deriz. Pirinç yerine de bulgur tüketilmeli. Tam buğday ve bulguru yiyebilirsiniz."
'Yemekte içilen su hazımsızlık yapar'

"Su 24 saat içilmelidir. Ancak yemek sırasında içilmemeli. Çünkü mide asidini sulandırır, hazımsızlığa neden olur. Her gün azar azar yudum yudum 2,5 litre su tüketilecek. En önemli kriter, idrar rengi, açık limonata renginde olacak. Öyle değilse vücuda yeterli su girmiyordur. Bu nedenle de bağırsaklar çalışmıyor. İşte bu sebeple Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri de kabızlıktır. Kabızlık ise, metabolizmanın bozulduğunun en basit ve en önemli göstergesidir, belirtisidir. Ciddi bir sağlık sorunudur.


PRF. DR. CANAN KARATAY



16 Nisan 2013 Salı

DEİZM



 Deizm, Yaratanın varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlikte, akla dayalı bir tabii din anlayışı çerçevesinde peygamberliği, ahireti şüphe ile karşılayan veya inkâr eden felsefî ekolün adıdır. Bu düşünceye sahip olanlara da deist denilmektedir.


Soruda geçen konunun anlaşılması için ciddi bir altyapıya ihtiyaç vardır. Bu sebeple konuyu kısa birkaç satırda özetlemek gibi bir imkânımız yoktur. Çünkü bu konunun anlaşılması, Allah’ı bütün isim ve sıfatları ile tanımak, bu sıfatların neyi gerekli gördüklerini kavramak, ölümden sonraki hayatın varlığına inanmakla mümkündür. Burada birkaç noktaya işaret etmekle yetineceğiz.

Şimdi birkaç noktaya şöyle işaret edebiliriz:

Her konunun kendine has bir uzmanlık alanı vardır. Uzaktan bakmakla bazen bir yıldız, bir yıldız böceği görülebilir. Konuyu yakından bilmeyen kimselerin bir matematik, kimya, fizik formülünü saçma olarak görmesi normaldir. Semavî dinlerin hikmetlerini yakından bilmeyenlerin de bunların saçma olarak değerlendirmeleri kaçınılmazdır.

Bizzat gözümüzün önünde cereyan eden insanların yaratılması, mevsimlerin değişmesi, gece-gündüzün nöbetleşe yer değiştirmeleri, çekirdeklerin meyve veren ağaçlar olması, bir tane mısırdan bin tane alan mısır başaklarının bitirilmesi gibi binlerce olaylar -birer realite olarak- ortadadır. Bu olayların nasıl meydana geldiğini bilimsel olarak anlayıp kavrayan kaç insan vardır. Özellikle üç yüz yıl önce bunların mahiyetini bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Şu var ki, bu olayların, bu gerçeklerin çoğu insanlar tarafından bilinmemesi, bunların gerçekliğine zerre kadar tesir etmemiş ve bu gerçekler yollarına devam etmişlerdir. Dinî konuların bazı kimseler tarafından anlaşılamaması, akıl erdirilememesi, bu gerçeklerin durumunu değiştirmez.

Her devletin, her saltanatın, her sultanın yurttaşlarını -devlete itaat eden ve isyan edenler- diye ikiye ayırması, adalet ve merhametin bir gereği ve sosyolojik bir zorunluluktur. Çünkü itaakâr vatandaşlar ile isyankâr vatandaşları aynı kefeye koymak büyük haksızlıktır. İnsanları öldüren bir seri katil ile öksüzleri, yoksulları doyuran, huzurevleri inşa eden vatansever bir hayır sahibini aynı kefede değerlendirmek ne adalete, ne insanlığa, ne de büyüklüğe sığacak bir tarafı vardır. Din olmazsa, iyi ile kötü insanı birbirinden kim ayıracak? Ahiret hayatı olmazsa, zalime kim ceza verecek, mazlumun hakkını kim alacak?

Her padişahın, her sultanın, her hükümdarın kendine itaat eden, nimetlerine karşı teşekkür eden raiyelerini mükâfatlandırması, memurlarına maaş vermesi, yurttaşlarını himaye etmesi, bunun aksine davranışlarda bulunan canileri, katilleri, zalimleri, hırsızları cezalandırması, onları hapse atması, toplumda anarşinin olmaması, otoritenin sağlanması için elbette çok gereklidir. Mevcut otoritenin masumları himaye etmesi onun şefkat ve merhametinin bir gereği olduğu gibi, zalimleri cezalandırması da bu otoritenin izzet ve haysiyetinin korunmasının gereğidir.

Ezelî sultan, ebedî padişah olan yüce Allah’ın sonsuz merhametini göstermek için mahlûklarına bin bir çeşit nimet verdiği gibi, otoritesinin haysiyetini muhafaza etmek için de edepsizlere hak ettiği cezayı vermesi de o kadar önemlidir. Hz. Âdem (as)’den beri genel prensip olarak kendisine itaat eden peygamberleri ve onlara iman edenleri koruyup kollayan, onların davalarını üstün kılan, kendisine itaat etmeyen inkârcı nankörleri helak eden Allah’ın bu prensibinin varlığı, dinlerin bir vaka olarak var olduklarını göstermektedir.

Eğer ölüm zalim ile mazlumu eşitliyorsa, katil ile maktulü aynı akıbete yolluyorsa, her ikisi de ölmekle ebedi olarak yok oluyorlarsa, hiçliğe gidiyorlarsa, o zaman dünyada numunelerini dünyada gözle gördüğümüz Allah’ın sonsuz adaletini, merhametini bile bile inkâr etmek gerekir.

Adalet, dengelerin gözetilmesi manasına gelir. Gökleri ve yeri, atomları ve molekülleri, yıldızları ve sistemleri ve galaksileri harika bir düzen ve denge üzerine kurmakla sonsuz adaletini gösteren Allah’ın, öbür dünya hayatını yaratmayıp, zalim ile mazlumu aynı kefeye koyması mümkün müdür? Elbette her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı olduğu gibi, ölüm gecesinin de bir mahşer sabahı ve kıyamet kışının da bir haşir baharı olacaktır. Bu da hak dinlerin doğruluğunun en açık kanıtıdır.

Diğer taraftan, kâinatın yaratıldıktan sonra kurulmuş bir saat gibi çalıştığını iddia etmek de yersizdir.

Güneşin ışıklarını gösteren bir ayna bu ışıkları sürekli göstermesi için her an güneşin ışığına, ısısına ve renklerine muhtaçtır. Güneş ışıklarını keser kesmez aynanın kendisi karanlığa gömülecektir. Bunun gibi Allah, bizde ve kâinatta tecelli eden isimlerini çekse kainat yok olacaktır. Bu nedenle her şey her anında Ona muhtaçtır.

Buna bilimsel bir örnek olarak kendimizi verebiliriz:

Vücudumuz, bir ilaç gibi bir defa yapılan ve sonra öylece bırakılan bir şey değil, daima yenilenen bir terkiptir. Bir sene boyunca bağırsaklarımızda ölen ortalama toplam hücre ağırlığı 90 kg’dır. Ölen deri hücrelerimizin ağırlığı ise 45 kg’dır. Her gün vücudumuzda 200 milyar alyuvar ölür ve saniyede 10.000 alyuvar yaratılır. Vücudumuz altı ayda bir tamamen yenilenen harika bir terkiptir. İnsandaki bu muazzam derecedeki faaliyetin bir salise bile çekilmesi insan hayatının bitmesi için yeterlidir.

Acaba Allah bu kâinatı bir kere yapsın ve bütün işleri şuursuz, kör ve sağır sebeplere havale edip çekilmesi mi daha mantıklıdır.

Yoksa bu kâinatı sonsuz gücü ile yaratması ve her an tecelli edip kullarını duyması, görmesi ve cevap vermesi mi yaratılış maksadına daha uygundur. Zaten deizmin yaratılış gayesi konusunda bir fikri olmadığı da bilinmektedir. Örneğin, görmeyen, duymayan, aklı olmayan, bir kimseye bir bisikleti bisikletin bir milini bile yaptırmak bile mümkün değildir. Akıllı olan bir kimse, akılsız, kör ve sağır bir kimseye bu işi yaptırabilir mi?

Aynen öyle de Külli bir Şuur sahibi olan Allah, kâinattaki bu muazzam derecede cereyan eden düzeni, akılsız, şuursuz ve kör sebeplere havale eder mi?

Bulutlar, denizler, yıldızlar, balıklar, arılar, ağaçlar, havadaki oksijen dengesi, karbon dengesi vücudumuzdaki bu muazzam sistem ve bunları meydana getiren atomlar, akılsız, kör ve sağır oldukları halde bu işi nasıl yapabilsinler?

Kısacası, her şeyi her an yaratan, bilen, gören, varlılarına devam ettiren ve devam etmeleri için her türlü ihtiyaçlarını her an karşılayan bir Allah’ı kabul etmemek, bütün bunların akılsız, kör, sağır, merhamet duygusu olmayan sebepler yapıyor anlamına gelir ki; buna şeytan bile inanmaz. Kalaldı ki
Şeytan da zaten Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmiştir.Onun isyanı Adem Aleyhisselâmadır.


Ayrıca, Kur’an-ı Kerim'deki binlerce Allah kelamı olarak deizm fikrini çürütmeye yeterlidir.


İslâm'a göre âlemdeki kanunilik, Allah'ın isterse değiştire­bileceği "meşîet"inden ibaret olduğu için gerek mikro gerekse makro planda mut­lak olarak Allah'ın yaratıcı gücüne ba­ğımlıdır. Dolayısıyla Allah ile âlem ara­sındaki yaratan-yaratılan ilişkisi, deiz­min bir defa olup bitmiş ve artık söz ko­nusu edilmemesi gereken bir yaratan-yaratılan ilişkisi değildir.

Allah'ı âlemden ve insandan uzaklaştıran yanlış bir aşkınlık anlayışına sahip deist iddianın ak­sine Allah "yerin ve göklerin nurudur" (Nur 24/35) ve İnsana "şah damarın­dan daha yakındır". (Kaf 50/16)


Dünya Gerçekleri Realities of the World’dan alıntıdır.

Dünya Gerçekleri Realities of the World’dan alıntıdır


 

25 Ocak 2013 Cuma

FAYDALI BİLGİLER - 1


TUZ:

Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde, midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşur ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önler.






SU: Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunur.