4 Ağustos 2011 Perşembe

DENİZ FENERİ


DENİZ FENERİ

“Yüz yılın yardım hareketi” sloganıyla yola çıkmışlardı. Nerede bir muhtaç varsa (yurt içinde yurt dışında) onlar da oradaydılar. Türkiye’nin yardım sever halkının bağışlarını ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorlardı. İhlâsla çalıştıkça da halkımızın teveccühü katlanarak büyüdü sınırlarımızı aşıp Avrupa’ya kadar ulaştı. Aynı adla Almanya’da da bir benzeri kuruldu aralarında organik bir bağ var mıydı, yok muydu? Bilmiyorum, zaten bu yazının konusu da bu değil.

Deniz Feneri Derneği… Çoğunuz daha yazının başlığından bu dernekten söz edildiğini hemen anlamışsınızdır eminim. Şimdi bu derneğin adı bile kalmadı ortalıklarda. Sadece arada bir yargılamanın sürdüğüne dair küçük haberler görüyoruz gazetelerde ve televizyon ekranlarında hepsi o kadar.

Kim bilir hangi mahfillerde kurgulanıp çerçevesi çizilen bir büyük tuzak, kurgulayıcıları tarafından fırsatını buldukları anda kuruldu ve Almanya’da bir işbirlikçi savcı ve dahi bir mahkeme heyetinden oluşan göstermelik bir yargılama ile de kamuoyunun önüne koyuldu. Ne yazık ki bu fırsat bu mahfillere yine bu dernekte görev yapan bazı çıkarcı tamahkârlar eliyle verildi.

İlgilenenler bilecektir. Belli mahfillerce “Deniz Feneri e.v. davası adı altında Almanya’da başlatılan kurgulanmış bu yargılama onların Türkiye’deki işbirlikçileri vasıtasıyla ülkemize de taşındı. Dava burada halen devam ediyor. Dediğimiz gibi işlerin bu şekilde gelişmesinde bu derneklerde görev yapan bazı tamahkâr görevlilerin de payı çok büyük. Zaten yargılama da bu gibi kendisini bilmez hainler üzerinden başlatılarak yaygınlaştırıldı.

Deniz Feneri Derneği (ve benzerleri) ne yapıyordu? Kendilerine emanet edilen her türlü yardımı muhtaç ve ihtiyaç sahiplerine dinleri, ırkları, dilleri ne olursa olsun hiçbir çıkar gözetmeden, hiçbir şart öne sürmeden, hiçbir angarya ve görev yüklemeden sadece Allah rızası için ulaştırıyor bir nebze de olsa yaralara merhem oluyordu.

Bilindiği gibi az gelişmiş ülkelerde bir çok hıristiyan ve başka din menşeli misyoner guruplar yüzyıllardır  faaliyet gösterirler. Bu misyonerlik hareketlerinin amaçları, yine bilindiği gibi  kendi dinlerini yüceltmek ve girdikleri ülkelerde cemaatleşmek ve sonra da yanlarına çekmiş oldukları işbirlikçilikleri vasıtasıyla varsa o ülkedeki zenginlikleri kendi ülkelerinin sömürebilmelerinin yolunu açmak...

Yüz yıllarca bu sistemlerini başarı ile çalıştırdılar ama bir de baktılar ki bir gün "Deniz Feneri" ve benzeri bazı Müslüman ve Türk menşeli kuruluşlar gelmişler ve kendilerinin hiç de onaylamadıkları ve istemedikleri bir yardımlaşma anlayışıyla onlara rakip olmaya başlamışlar. Böylesi bir hareket işlerine gelmezdi. Çünkü artık rakipleri vardı ve bu rakipler onların hiç bilmedikleri bir anlayış ve bakış açısıyla iş görüyorlar, gün geçtikçe de önceden parsellemiş oldukları faaliyet alanlarını daraltıyorlardı. Yüzyıllardır sürdürmüş oldukları misyonerlik faaliyetlerini artık o kadar rahat bir biçimde sürdüremiyor ve artık eskisi gibi göz boyayamıyorlardı.

Nitekim gün geçtikçe işler aleyhlerine dönmeye başladı. Çünkü bu fakir ülkelerin insanları (bir takım işbirlikçi satılmışlar hariç) bu misyonerlerin yaptıklarının göstermelik bir takım şeyler olduğunu, asıl amaçlarının kendi dinlerine adam kazanmak ve onları sömürmek olduğunu "Deniz Feneri" ve benzeri Türk ve Müslüman yardım derneklerinin faaliyetlerine bakarak görmüşler ve anlamaya başlamışlardı. Bu derneklerin etkinlikleri arttıkça kendi hedeflerinin yıkıldığını görmek bu menus misyonerlik hareketlerini zıvanadan çıkartıyordu. Bu böyle gitmezdi. Bir şeyler yapmalıydılar. Ama ne? Üzerlerinde hegamonya kurarak dindarlık kisvesi altında sömürdükleri  halklar nezdinde kırılmış olan gururlarını tamir etmenin bir yolu olmalıydı.

Ve düğmeye bastılar. Önce arayıp taradılar elbette sonunda da buldular. 

Almanya’daki Deniz Feneri’nde birkaç tamahkâr yolsuzluk yapmıştı. Koz ellerine geçmişti. Neydi bu koz? Söz konusu bu küçük yolsuzlukları büyüterek Dünya Kamuoyu’na mal etmek, bu ve benzeri Türkiye menşeli yardım derneklerine olan güveni sarsmak…

Oyunu kurdular ve vakit geçirmeden de uygulamaya koydular. Türkiye’deki işbirlikçileri vasıtasıyla da epey bir başarılı oldular.

Ramazan ayındayız. Eskiden olsa Deniz Feneri Derneği’nin adı her yerde duyulur, yapmış oldukları hayırlar her yerde konuşulur olurdu. Oysa şimdi adı bile yok. Ne hazin bir durum… İçlerindeki birkaç çıkarcı yüzünden Dünya çapında koskoca bir yardım kuruluşunun esamisi bile yok! Oynanan oyunu gördüler ve geri çekilmek zorunda kaldılar. Ama bu demek değildir ki bittiler. Hayır bitmediler! Bitmezler! Bu mübarek halk buna müsade etmez. 

Deniz Feneri Derneği bilemiyorum hâla faal durumda mı? İnşa-Allah işlevlerini sürdürüyorlardır. Ama belli ki eski etkinliklerini kaybettiler. Peki bundan kim fayda sağladı? Hıristiyan Misyonerlerve onların işbirlikçileri satılmışlar... Peki,  kim zarar gördü? Afrika’da baş gösteren kıtlık yüzünden açlıktan ve susuzluktan ölümle pençeleşen bebekler, çocuklar ve elbette kadınlar ve erkekler…  Yani muhtaç insanlar!

Ellerinde viski bardağı ve purolarıyla klimalı odalarda dopdolu midelerini keyif içinde okşayan birileri bir yerlerine artık kına yakabilirler. Ama bilmeliler ki bu Mübarek Millet o engin ferasetiyle her şeyi çok iyi gözlemliyor ve sıra kendisine geldiğinde de sözünü söylüyor. Söz söyleme sırası geldiğinde sözünü yine en güçlü bir şekilde söyleyecektir, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. İşte Ramazan ayındayız ve halkımız bir kere daha harekete geçti. Gücünüz yetiyorsa durdurun bakalım. 

Gün ola, harman ola. Bir “Deniz Feneri” gider, (Burada ad önemli değildir.) onlarcası kurulur. Kurulur ve çok daha büyük bir azimle ve inançla yılmadan yoluna devam eder. Bu böyle biline!

RECEP AKIL