28 Şubat 2012 Salı

İL İL TÜRKİYE - > SAKARYA

Sakarya, milattan öncesi uygarlıklar döneminden Osmanlı Devleti’ne, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan tarih çizgisinde, Anadolu’ya renk veren kültürlerin birleştiği, 19. yüzyılda başlayan göçlerle, Kafkaslardan ve Balkanlardan gelen toplulukların oluşturduğu ve bu kültürlerin barış içinde yaşadığı bir ilimizdir.

Hem tarihi hem de bugünü ile Türkiye’nin bir özeti niteliğini taşıyan Sakarya, farklı coğrafyalardan gelen ve farklı kültürlere sahip olan halklar için ayrıştırıcı değil birleştirici ve kaynaştırıcı bir il olmanın kıvancını her zaman büyük bir vakar ve gururla taşımayı başarmıştır.

Selçuklu devrinde, Anadolu’nun tamamı hâkimiyet altına alınınca Sakarya’ya adını veren nehre ve bu bölgeye Sakaya adı, yörenin önceki isimlerinden daha ayırıcı ve özgün bir isim olarak Türkler tarafından özellikle verilmiştir.

Sakarya ilinin bilinen tarihi, Hititlerle başlamaktadır. Çünkü Anadolu’da ilk siyasi birliği Hititler kurmuşlardır. Bu dönem M.Ö. XIII. Yüzyıla rastlar. M.Ö. 1200 lü yıllarda Hint-Avrupa asıllı ve “Deniz Kavimleri” denen topluluklar, Friglerle birleşerek Hitit egemenliğine son vermişlerdir.

Bu tarihten sonra da Frigler Sakarya Irmağı ile Büyük Menderes’e kadar olan bölgeye sahip oldular. Daha sonra ise hâkimiyet alanlarını doğuda Kapadokya, batıda da Kilikya (Adana)’ya kadar genişlettiler. Başkent ise Gordion şehriydi. Sakarya Irmağı ile Ankara arasında yoğunlaşan Friglerin hâkimiyetine M.Ö. VII. Yüzyılın ilk yarısında Kafkasya üzerinden Anadolu’ya gelen Kimmerler son vermiştir.

Aynı dönemde Ege bölgesine Lidyalılar hâkim olmuşlar ve bu hâkimiyet alanlarını Sakarya’yı da içine alacak şekilde genişletmişlerdir. Ancak milli bir ordu meydana getirememeleri, Lidyalıların ömrünün kısa sürmesine yol açmıştır.
XI. yüzyılın başlarında Selçuklular bu bölgeye ilk olarak Çağrı Bey’in öncülüğünde keşif amaçlı gelmişler ve daha sonra Anadolu’nun fethi amacıyla yapılan akınlarla özellikle de Dandanakan zaferiyle Tuğrul Bey öncülüğünde bölgeye gelmiş ve zaman içinde fethedip kalıcı olarak yerleşmişlerdir.
Selçuklular’ın giderek zayıflayıp ortadan kalkmasından sonra Anadolu’da gelişerek büyüyen Osmanlı Devleti’nin özellikle İstanbul’un fethinden sonra, tüm Anadolu ve Balkanlarda istikrarı sağlaması ve müreffeh bir toplum yaratmasıyla başlayan süreçten Adapazarı ve çevresi de nasibini almıştır. Osmanlının çöküş dönemlerine kadar Sakarya bölgesine sulh ve sükûn egemen olmuştur.

Ancak çöküş dönemlerindeki olumsuzluklar Sakarya’yı da aynı oranda etkilemiş, özellikle 2. Mahmut dönemindeki Ayanlık sistemi bölgeye de zarar vermiştir.

Öte yandan bu dönemlerde Adapazarı bölgesine, çok önemli miktarda mülteci akını olmuştur. Bu akınları doğuran olaylar, 1853 Kırım Savaşı, 1850-60 arası Şeyh Şamil olayı ve 1877-78 Osmanlı-Rus (93 Harbi) Savaşı’dır. Ayrıca gerek Balkan Savaşları, gerekse II. Meşrutiyetin ilanından sonra Bosna-Hersek’in Avusturya’ya geçmesiyle buralardan gelen çok sayıda göçmen Adapazarı’na yerleştirilmiştir. Bu göçler, aynı zamanda bugünün Sakarya’sının zengin kültürel varlığının oluşmasına da zemin hazırlamıştır.



ADAPAZARI’NIN KURULUŞU

Başta Gubarizadeler, Arapzadeler, Abasıyanıkzadeler ve Rençberzadeler olmak üzere 12 aile tarafından kurulan köy, bölgede ziraatın canlanması üzerine pazarıyla ilgi çekmiş, ardından nüfus artmağa başlamış ve 16. Yüzyılda “Ada Nahiyesi” adını almış, 18. yüzyılda ise “Ada Kazası”  adıyla Kocaeli vilayetine bağlanmıştır.

19. yüzyılda bölgenin zirai ve ticari yapısına göre şekillenen Ada nahiyesi, Semerciler, Tığcılar, Hasırcılar, Papuçcular ve Çıracılar adını taşıyan merkez mahallelerin kurulmasıyla birlikte ilçe konumuna yükselmiş zamanla Sakarya Nehri’nin iki kolu arasında kurulan pazarından ötürü de “Adapazarı” ismiyle bugünkü hüviyetine bürünmüştür.

1868 yılında “Adapazarı Belediyesi” adıyla belediye teşkilatı kurulan ilçe, I. Cihan Harbi neticesinde işgal kuvvetlerinin Anadolu’ya üşüştükleri dönemde, 3 kez Yunan ve onların işbirlikçisi yerli çetelerin işgaline maruz kalmış, ilkinde Çerkez Ethem Kuvvetleri, diğerlerinde ise Halit Molla liderliğindeki Mahalli Milis Kuvvetleri sayesinde, gayri Müslim unsurlardan temizlenerek 21 Haziran 1921’de düşman işgalinden kurtarılmıştır.

Uzun yıllar Kocaeli’ne bağlı bir ilçe olarak yaşayan Adapazarı, TBMM’de 17 Haziran 1954 tarihinde kabul edilen bir yasa ile “Sakarya” adıyla il haline gelmiş, Adapazarı ise yeni ilin merkez ilçesi olmuştur.

Ülkenin en verimli ovalarından birisi olan akova Sakarya ili sınırlarında bulunduğu için il, ülkenin tarım bakımından en gelişmiş bölgeleri arasında öne çıkmaktadır. Geçim çoğunlukla tarıma dayalı olmasına rağmen son 30 yıldır giderek gelişen sanayisi ile de ön plana çıkan Sakarya, ekonomisi bakımından Marmara Bölgesi’nin İstanbul, Kocaeli, Bursa ve Balıkesir’den sonra 5. büyük ilidir.


İLÇELERİ: Adapazarı, Hendek, Akyazı, Geyve, Karasu, Sapanca, Kaynarca, Arifiye, Erenler, Serdivan, Söğütlü, Ferizli, Pamukova, Kocaali, Taraklı, Karapürçek.


HENDEK: Çok küçük bir bölümü Karadeniz Bölgesi, daha büyük bölümü Marmara Bölgesi sınırları içinde kalan, İdari olarak Sakarya İli'ne bağlı bir ilçedir. 1907 yılında belediye olan Hendek, 1926 yılında Kocaeli İli'ne bağlı bir ilçe olarak yapılanmış, 1954 yılında merkezi Adapazarı olmak üzere oluşturulan Sakarya İli'ne dâhil edilmiştir.

Hendek ilçesi 1 Belde,20 mahalle ve 70 Köyden oluşmaktadır. 2011 Yılı ADNKS e göre İlçe toplam nüfusu 73.918’dür. Bunun 44.680 i ilçe merkezinde, geri kalan 29.238 kişisi köylerde yaşamaktadır.

Hendek eski E-5 yeni adı ile D-100 Karayolu üzerinde İstanbul´a 170 km, Ankara´ya 275 km. Adapazarı´na 30 km. uzaklıktadır. TEM Otoyolu güneyinden geçmektedir. Deniz seviyesinden yüksekliği 175 metredir. Sakarya’nın 10 metropol ilçesinden biridir.

Topraklarının büyük bölümünü Hendek Ovası oluşturur. Marmara ve Karadeniz bölgeleri arasında bir geçiş alanı niteliği taşıdığından çok yağış alır. Güneydeki Samanlı Dağları ile kuzeydeki Çam Dağı ormanlarıyla kaplıdır. Dağların arasındaki platoların dışında çeşitli yüksekliklerde yaylaları da vardır. İlçe topraklarının sularını, doğuda Karasu ile ilçenin doğal sınırını çizen Sakarya Irmağı ve onun kolu Mudurnu Çayı toplar. Bu akarsular ve kolları boyunca irili ufaklı, verimli tarım alanları uzanır.

İlçeyi çevreleyen dağlarda akan su kaynakları üzerine tüm çevre illere dağımı yapılan su şişeleme fabrikaları kurulmuştur. Tüm bunların yanı sıra ilçe sınırlarında bulunan Uludere mevkiinden de içme suyu temin edilmektedir.
Büyük şehirlere yakınlığı ve doğal yapısının müsait olması nedeniyle ilçede büyük bir Organize Sanayi Bölgesi kurularak, bu organize sanayi bölgesinde yoğun bir fabrikalaşma başlatılmış ve ilçe sanayi şehri görünümüne kavuşturulmuştur.

Ülkenin her köşesine karayolu ile ulaşım her an mümkündür. Karayolu nakliyeciliği gelişmiştir. Yurt içi ve yurt dışı tır taşımacılığına ilçedeki araçların katkısı büyüktür. İlçe halkı önceden tütün rençperliği ile geçinirken, bugün geçiminin büyük bir bölümünü fındık üretimi ile sağlamaktadır. Halk günlük ihtiyaçlarını Salı günleri kurulan sebze, meyve ve giyim pazarından karşılamaktadır.
Hendek’te Sakarya Üniversitesi´ne bağlı olarak Eğitim Fakültesi ile Meslek Yüksek Okulu eğitim vermektedir. Bu okullarda 6300 civarında öğrenci okumaktadır.

İlçenin verimli ve sulak topraklarında yetiştirilen başlıca ürünler mısır, buğday, şeker pancarı, fındık, patates, elma, soğan ve az miktarda tütündür. Ovalık kesimlerde sığır, yaylalarda ise koyun beslenir. 

AKYAZI: 1944 yılında çıkarılan bir kanunla Kocaeli iline bağlı bir kaza olan ilçe. 1954'te Sakarya'nın il olmasıyla Sakarya'ya bağlandı. 2009 yılına göre nüfusu 41.179' dur. Köyleriyle birlikte toplam nüfusu 83.220'dir.

Büyük ölçüde tarıma dayalı bir ekonomik yapıya sahip olan Akyazı ilçesi Yıllık ortalama 800 mm. yağış almaktadır. İlçede başta mısır olmak üzere buğday, pancar, patates ve çeşitli sebzeler üretilmekte ve ilçe ekonomisine büyük katkılar sağlamaktadır. Ayrıca fındık deposu olarak da bilinen Akyazı'da yılda ortalama 11.000 ton fındık üretilmekte ve bölge insanının en önemli gelir kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Son zamanlarda seracılığın da gelişmesi ile birlikte bölge yeni bir gelir kaynağına daha kavuşmuştur.

İstanbul ve çevresindeki sanayi tesislerinin giderek Akyazı'ya ve çevresine kayması ile birlikte sanayileşme de gelişme göstermektedir. İlçenin nüfusu da buna paralel olarak artış göstermektedir.

Akyazı aynı zamanda kaplıcalarıyla da ünlü bir bölgedir. Kuzuluk beldesinin şifalı kaplıcaları ilçenin turizm bakımından da gelişimine katkısı olmaktadır.

GEYVE: Marmara Bölgesi'nin doğusunda, Sakarya ilinin güneyinde yer alır. Doğusunda Karapürçek ve Taraklı, batısında Pamukova, kuzeyinde Sapanca ve Merkez ilçe Adapazarı, güneyinde ise Bilecik iline bağlı Osmaneli ve Gölpazarı ilçeleri vardır.

Geyve, 1830 yılından beri ilçe konumundadır. 1954 yılına kadar Kocaeli iline bağlıyken bu tarihten itibaren, Sakarya iline bağlanmıştır. Yüzölçümü 62.852 hektardır. Bu yapısıyla Geyve, Sakarya'nın yüzölçümü bakımından en büyük, nüfus bakımından 3. büyük ilçesidir.

İlçenin nüfusunun tamamına yakınını Manav Türkleri oluşturur. Manav Türklerinin soyunun Türkmenlere dayandığı sanılmaktadır. Köylerde farklı etnik kökenlerden insanların da yaşadığı görülür.

İlçenin en önemli akarsuyu Sakarya Nehri ve Karaçay deresidir. Sakarya Nehri ilçe merkezinin hemen kenarından geçerken, Karaçay Deresi ise ilçenin ortasından akarak Sakarya Nehri'ne dökülür. Sakarya Nehri ovadaki tarımın can damarıdır. Arazinin Sakarya Nehri boyundaki %20'lik kısmı ova, kalan %80'i ise dağlık ve ormanlıktır. Ova kısmı sulu tarım için çok uygundur.
İlçenin doğal bitki örtüsü genellikle ormandır. İlçenin verimli toprakları ve sahip olduğu iklim özellikleri, turunçgillerin dışında ekonomik önemi olan birçok ziraat ürününün yetiştirilmesine elverişlidir.

Sakarya ile Bilecik illerini birbirine bağlayan D-650 Karayolu'nun Geyve’nin çok yakınından geçmektedir. Merkez ilçe Adapazarı’na 45 km. dir. Ana ulaşım yolları üzerinde olduğu için Geyve’ye ulaşım çok kolaydır.


SAPANCA: Sakarya iline bağlı bir ilçe olan Sapanca kuzeyinde Sapanca Gölü, doğusunda Sakarya merkez ilçesi Adapazarı, güneyinde Samanlı Dağları, Geyve ve Pamukova İlçeleri, batısında da Kocaeli merkez ilçesi İzmit yer alır. Yüz ölçümü 14 km² denizden yüksekliği de 36 m.'dir.

Sakarya'nın alan olarak yüzölçümü en küçük, nüfus yoğunluğu en fazla olan ilçesidir. İklimi kışları bol yağışlı, genellikle kar şeklindedir. Kışları sıcak ve nemli geçer

Bilinen yazılı belgelere göre M.Ö. 1200 yılında Frigyalıların bölgeye gelmesiyle, bir yerleşim yeri olarak adı geçen Sapanca, gerçek anlamda M.S. 378 yılında Bitinya Krallığı tarafından kurulmuştur. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde Buanes, Sofhan ve Sofhange adıyla anılmıştır.

Sapanca ve çevresinde 1075 tarihinde Anadolu Selçukluları'nın gelmesiyle bölge Ayan ve Ayanköy adıyla anılmaya başlamıştır. Haçlı Seferleri sonrasında bölge yeniden Bizanslılar'a geçmiştir. 1640 yılında Erzurum seyahatine giderken kasabadan geçen Evliya Çelebi, kasaba hakkında şu bilgileri vermektedir:

" Bir zamanlar İzmitli bir ihtiyar buradaki orman ve çalıları temizleyerek saban yürüttüğünden Sabancı Koca adıyla bir köy kurulur. Sonra zaman geçtikçe Mamur bir hale gelerek Kanuni Sultan Süleyman zamanında kasaba olmuştur.”

1837 yılında 2. Mahmut döneminde Adapazarı kaza merkezi haline getirilince Sapanca da bu merkeze nahiye olarak bağlanmıştır.

Cumhuriyet devrinde karayolu gölün dar kıyısından değil de yamaçların gerisinden geçirilmiştir. Böylece kasaba tarihi ulaşım yolu görevini hem demir hem de karayolu ile yerine getirmeye devam etmiştir. 1950'li yıllarda E5 Karayolu'nun gölün karşı kıyısından geçirilmesiyle Sapanca bir müddet önemini yitirir gibi olduysa da 1989 yılında TEM Otoyolu'nun ilçeden geçmesi ile tarihi misyonuna yeniden kavuşmuştur.

İlçe İstanbul başta olmak üzere civar kentler olan yakınlığı ve bir göl ve yeşillikler beldesi olması sebebiyle son dönemde kısa süreli tatiller için tercih edilmektedir. Özellikle göl civarına kurulan turistik tesisler ile turizm geliri her geçen gün artmaktadır. 1999 yılındaki deprem sonrası göl kenarındaki tesislerin kullanılamaz duruma gelmesi sonucu gerileme gösteren ilçedeki turizm son yıllarda yeniden canlanmaya başlamıştır. Özellikle ilçe çevresinde bulunan Maşukiye, Kırkpınar gibi yerleşim birimlerinde pek çok tatil köyleri ve yazlıklar kurulmuştur.

Son senelerde gelişme gösteren bir diğer bölge ise Maşukiye yakınlarındaki Samanlı Dağlarından en yükseği olan Kartepe'dir. Burada kurulan yeni tesisler ile kış turizmi de gelişmeye başlamıştır.
İlçenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.

KARASU: Sakarya’nın kuzeyinde yer alan Karasu Sakarya nehrinin Karadeniz’e döküldüğü bölgede kurulmuştur. Doğusunda Kocaali, batısında Kandıra, güneyinde Ferizli ilçeleri ve kuzeyinde Karadeniz ile çevrilidir. İl merkezine 50 km. uzaklıktadır. Yüzölçümü 788 km2 dir. 2010 yılı sayımına göre ilçenin toplam nüfusu 28.782’dür.

İlçe topraklarını sulayarak Karadeniz’e dökülen Sakarya nehri taşıdığı alüvyonlarla vadi tabanında ve denize ulaştığı kesimlerde tarıma elverişli verimli düzlükler oluşturmuştur. Dünyaca ünlü ve Dünya’nın en önde gelen subasar ormanlarından birisi olan Acarlar Longozu bu ilçemizin sınırları içinde bulunur.

İlçe ekonomisi tarım, turizm ve balıkçılığa dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında fındık, mısır ve buğday, gelmektedir. Hayvansal üretim ilçenin ikinci gelir kaynağı durumundadır. Ayrıca kent yakınındaki Sakarya ağzı, balıkçı tekneleri için doğal bir liman oluşturmakta ve aynı zamanda burada küçük ölçekli tekneler de yapılmaktadır. 

Karasu, aynı zamanda yakın çevresi için önemli bir turizm bölgesidir ve ziyaretçilerine gelişmiş turistik hizmetler sunmaktadır.


ARİFİYE: İlçe Adapazarı şehir merkezine yaklaşık 8 km uzaklıktadır. Asfalt bir yolla Dörtyol mevkiine ve buradan da Adapazarı'na bağlanmaktadır. Ayrıca D-100 Devlet Karayolu TEM Anadolu Otoyolu ve Bilecik-Eskişehir yolu kullanılarak da diğer şehirlere ulaşılmaktadır.

Bölgede Karadeniz ve Akdeniz iklimlerinin ortak etkileri görülmektedir. Bu yüzden zaman zaman her iki iklim kuşağına ait özellikleri görülmesi doğaldır. Hava sıcaklığı ortalamaları yaz aylarında 20-24 derece kış aylarında 4-8 derece arasında değişir.

Ekonomisi büyük ölçüde Sanayiye dayanmaktadır. Sakarya ilinin büyük sanayi tesisleri bu ilçenin sınırları içinde yer almaktadır. Verimli topraklarında her türlü tarım yapılmakla birlikte fidan yetiştiriciliği giderek ön plana çıkmaktadır.

2009 yılı nüfus kayıtlarına göre Arifiye nüfusu 37.245 olarak belirlenmiştir.

TARAKLI: Sakarya ilinin güneydoğusunda, merkeze 65, İstanbul'a 200 ve Ankara'ya 200 kilometre mesafede bir ilçedir. Geyve ilçesine bağlı kasaba iken 27 Haziran 1987 tarihinde ilçe olmuştur.

Bulunduğu konum itibariyle doğusunda Bolu'nun Göynük ilçesine 28 km, batısında Geyve ilçesine 34 km, güneyinde Bilecik'in Gölpazarı ilçesine 30 km olmak üzere konuşlanmış bir ilçesidir. Halkı yerli Türk’tür.

İpek yolu üzerinde olmasına rağmen yeni ulaşım yollarına uzak kalmıştır. Bu durum ilçenin gelişmesinde olumsuzluklar göstermiştir. Civarla olan tek irtibatı karayolu ile olup İstanbul Adapazarı, Beypazarı, Ankara transit yolu üzerindedir. En yakın demiryolu 37 Km doğusunda Ali Fuat Paşa'dan geçmektedir.

Ekonomisi büyük ölçüde tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Tarihi dokusu bakımından zengin bir ilçe olan Taraklı, ipek yolu üzerinde oluşu sebebiyle tarihi evleri, han ve hamamları ile ünlü bir ilçedir.

KARAPÜRÇEK: Marmara Bölgesi’nde, Sakarya İline bağlı bir ilçe olan Karapürçek, doğusunda Akyazı ilçesi, batısında Sakarya Merkez, güneybatısında Geyve ilçe sınırları ile çevrilidir. Sakarya’nın güneydoğusunda yer alan ilçe toprakları engebeli bir arazi yapısına sahip olup güney kısmı ovadan oluşmaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 84 m'dir.

Ulaşım bakımından herhangi bir sorun yoktur. E-5 karayolu ve TEM Otoyoluna bağlantısı vardır. Sakarya Merkeze 23, Akyazı 10, TEM Oto yolu girişine 11 km'dir.

Karapürçek ilçesi Sakarya ilinin en eski nahiyesidir. Kuruluş tarihi belli olmamakla birlikte Bizanslılar zamanında büyük yerleşme yerlerinden birisi olduğu kabul edilmektedir. İlçenin İlkçağ tarihi ile ilgili yeterli ve kesin bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Sakarya ili ile aynı tarihe sahip olduğu sanılmaktadır.

İlçe Marmara ve Karadeniz iklimi özelliklerini taşır. Kışlar bol yağışlı ve az soğuk, yazlar ise sıcak geçer. İlçe doğal bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. İlçe topraklarının %65’i ormanlarla kaplıdır.

İlçe ekonomisi genellikle tarıma dayalı olup hayvancılık da yapılmaktadır. İlçe topraklarının güneyi ovalık olup, her türlü tarıma elverişlidir. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında fındık gelmektedir. Bunun yanı sıra arpa, buğday, fasulye, mısır, patates, çeşitli sebze ve meyve yetiştirilir. Hayvancılıkta büyükbaş hayvan besiciliğinin yanında arıcılık ve ipekböcekçiliği de yapılmaktadır. Ayrıca kümes hayvancılığı da ilçe ekonomisinde önemli yer tutmaktadır.


PAMUKOVA: Marmara Bölgesi'nin doğusunda, Sakarya ilinin güneyinde yer alır. Doğusunda Geyve, batısında Kocaeli, kuzeyinde Sapanca ve Merkez ilçe Adapazarı, güneyinde ise Bilecik iline bağlı Osmaneli ve Gölpazarı ilçeleri vardır.

İlçenin nüfusunun tamamına yakınını Manav Türkleri ve muhacirler oluşturur. Tarıma dayalı ekonomisi ile Sakarya’nın zengin ilçelerinden birisidir.


KAYNARCA: Kaynarca ilçesi, Kocaeli yarımadasının doğu uzantısında, Sakarya Vadisi ile Karadeniz Bölgesi arasında yer almaktadır. Bu bölgenin tarihi Biyatin Krallığı ile başlar. M.Ö. 307-304 sonrası ile Pontus, Roma ve Bizans egemenliğine kadar uzanmaktadır.

Osmanlı beyliğinin kurulmasıyla birlikte Akçakoca ve Konur Alp Beyler vasıtasıyla Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kaynarca'nın kesin kurtuluş tarihi bilinmemektedir. Hoca köy adıyla anılan köyün daha sonra Şeyhler adını alarak nahiye olduğu 1288-1827 tarihli tapu kayıtlarından anlaşılmaktadır.

Kaynarca ilçesi Sakarya ilinin kuzey batısında yer alır. Doğuda; Karasu, batıda; Kocaeli'ne bağlı Kandıra ilçesi, güneyde Adapazarı ve kuzeyde Karadeniz ile çevrilidir. İl merkezine uzaklığı 30 km dir. Genel olarak engebeli ve dalgalı bir arazi yapısına sahiptir. En yüksek yeri 353 metre ile Oflak Dağı'dır.

2009 yılı nüfus sayımına göre ilçe merkezi nüfusu 5.144, köylerin nüfusu 18.003 ve toplam nüfus 23.147'dir.

İlçenin ekonomisi tarıma dayalıdır. Halkın başlıca geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktır. Son yıllarda kümes hayvancılığında büyük aşama kaydedilmiştir. Küçük çapta sanat ve ticaret faaliyetleri de olduğu görülmektedir.


SÖĞÜTLÜ: 14.255 nüfusu ile, Sakarya'nın en küçük dördüncü ilçesidir. Geçmişi M.Ö. 2340 tarihinde Akatlara kadar uzanana ilçenin halkı büyük oranda tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlamaktadır. Kent merkezine 15 km. uzaklıktadır.

Her yıl Tarım hayvancılık ve süt festivali düzenlenen ilçede kalkınma yavaş ama sürekli bir biçimde gelişmektedir.

KOCAALİ: 14 km uzunluğunda 500 metre genişliğinde kum plajı ile tipik bir Karadeniz iklimi özelliği taşıyan Kocaali ilçesinin başlıca geçim kaynakları fındık, hayvancılık ve turizmdir. İlçenin güneyinden başlayan Maden Deresi kuzeyde Karadeniz’e dökülmektedir. İstanbul’un 40 yıllık su ihtiyacını karşılayacak olan Melen Çayı ilçenin sınırları içinde yer alır. Şehir merkezine uzaklığı 78 km dir.

Kocaali'ye ulaşım üç yönden mevcuttur: İstanbul yönünden Adapazarı'nı geçtikten sonra Karasu istikametini takip ederek gelinebilir (78 km), Güneyde Hendek'ten girip Kocaali'ye gelinebilir (50 km), Ankara istikametinden ise Düzce Akçakoca ilçesinden gelinmektedir (mesafe 25 km).


SERDİVAN: Tıpkı Erenler ilçesi gibi merkez ilçe Adapazarı ile iç içe bir ilçedir. Mobilyacılık ve tarım bakımından gelişmiş bir ilçedir.

ERENLER: Serdivan gibi Adapazarı ile iç içe bir ilçedir. Organize Sanayi Bölgesinin kurulmasıyla birlikte giderek sanayileşen ilçenin ekonomisi sanayi ve ticarete dayalı olarak gelişme göstermektedir.

KÜLTÜREL DETAYLAR:


YÖRE MUTFAĞI: Ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi, Türk Kültürü açısından Sakarya mutfağındaki zenginlik, Orta Asya’dan, Balkanlardan, Kafkaslardan taşınan ve Anadolu topraklarında buluşan ürünlerin çeşitliliği ile uzun bir tarihsel süreç boyunca birbirinden farklı birçok kültürle yaşanan etkileşim sonucunda ortaya çıkmıştır.

Geliştirilen yeni tatlar, yöre mutfak kültürünün bugüne gelmesini sağlamıştır. Genel olarak tahıl, çeşitli sebze ve bir miktar etle, sulu olarak hazırlanan yemek türleri, çorbalar, zeytinyağlılar ve hamur işleri ve kendiliğinden yetişen otlarla hazırlanan yemeklerden oluşan Sakarya Mutfağı; pekmez, yoğurt, bulgur vb. gibi kendine özgü sağlıklı yiyecek türlerini de ortaya çıkarmıştır.

Yörede alt kültür grupları arasında farklı lezzetleri barındıran yeme-içme biçimleri, özel gün, kutlama ve törenlere ayrı bir anlam taşımaktadır. Sakarya mutfağı, çeşit zenginliği ve damak tadına uygunluk yönünden olduğu kadar birçok yemek ve yiyecek türü ile sağlıklı ve dengeli beslenmeye kaynaklık edebilecek örnekleri barındırmaktadır.

Giyim-kuşam halk oyunları müziğinde olduğu gibi Rumeli, Kafkasya, Doğu Karadeniz ve Anadolu içlerinden göç edenler yöre mutfağına da çeşitlilik kazandırmıştır. Tüm kesimlerde beslenme, hamurlu yiyeceklere dayanmaktadır. Kentleşme ile birlikte beslenmenin büyük ölçüde pazar ürünlerine dayanmaya başlaması ile birlikte ildeki sebzelerin özgün kullanımı halen devam etmektedir.

Adapazarı'na has yöresel yemek denilince öncelikle akla "ıslama köfte" ve "kabak tatlısı" gelmektedir. Manavların dartılı veya tereyağlı keşkeği, cevizli lokumu, kabak kıvırması, sütlü üzümü, üresi, uğutu, köpük helvası, Çerkezlerin Tavuğu (Epışıps), Abazaların pastası, Karadenizlilerin hamsi buğulaması, karalâhana çorbası veya muhlaması, Gürcülerin Hallobyası, Arnavutların ciğeri, Boşnakların böreği, Muhacirlerin kapaması yöredeki sofralara hem lezzet, hem de görünüm zenginliği katmaktadır.

Islama Köfte: Sakarya'nın ulusal düzeyde tanınmış en önemli yemeği "Islama Köftesi”dir. XX. yüzyılın başlarında Balkanlardan yöremize göçlerle geldiği sanılan ıslama köftenin, diğer yöre köftelerinden en belirgin farklılığı, yöredeki yaylalarda yetişen hayvanların etlerinden yapılan "köftesi" kadar, "kemik unu ve toz biberli sosa batırılıp kızartılmış" olan enfes ekmeğidir.K

Kabak Tatlıları: Adapazarı'nda tatlı deniline akla "kabak tatlısı" gelir. "Toplu, kaplı, sütlü, pirinçli, cevizli, fındıklı, üzümlü"sü yanı sıra, görünümü kol böreğini hatırlatan, çok ince açılmış yufkaların arasına rendelenmiş bal kabağı ve cevizlerin serpilmesinin ardından oklava ile rulo yapılıp pişirilmesi ve üzerine ılık ağdanın dökülmesinden mamul "kabak kıvırması", yörenin en popüler ve şöhretli kabak tatlısıdır.Peynirden yapılan höşmel, pirinçten yapılan sütlaç, darıdan yapılan üre, incirden yapılan incir uyuşturması, kuru üzüm ve sütten yapılan sütlü üzüm, buğday unundan yapılan kara helva ve uğut, çöven kökünden yapılan köpük helvası, yufkadan yapılan ve güllaç'ı hatırlatan yufka böreği, yöre sofralarını süsleyen geleneksel tatlılardır.

Yöre Meyve ve Sebzeleri: Geyve'nin ayvası ve kirazı, Pamukova'nın kavunu, Taraklı’nın cevizi ve enginarı, Sapanca'nın eriği ve elması, Kaynarca'nın kabağı ve lahanası, Akova'nın patatesi ve soğanı, Karasu ve Kocaali'nin fındığı; sadece Sakarya da değil, Marmara Bölgesinin genelinde ısrarla aranmakta ve tercih edilmektedir.

YAPMADAN DÖNME

Adapazarı’nda Çark Mesire’de çay içmeden, Uzunçarşı da alış veriş yapmadan, Sakarya Müzesini (Atatürk Evi), Deprem Müzesini, gezmeden,

Poyrazlar Gölü’nü, görmeden, Akyazı’da
Kuzuluk Kaplıcalarına gitmeden, Ferizli’de Seyifler Kalesini görmeden, Bayezıt Köprüsünü, Kuva-yı Milliye Müzesini görmeden,

Islama köftesini, Piyazını,  Kabak tatlısını, Fırında sütlacını yemeden, Taraklının şimşir kaşıklarından almadan dönmeyin.

 
TURİZM: Hendek’te Keremali Zirvesi, Çiğdem Yaylası, Karasu Yeni Mahalledeki Maden Deresi ve Şelalesi, Kaynarca Şeymuslihiddin Camii, Acarlar Longozu, Kocaali’nin Kumsalları, Caferiye Köyü, Pamukova Paşalar Kalesi, Karacaahmet Türbesi, Sapanca’da Sapanca Gölü, İstanbul Dere, Rahimesultan Camii, Hasan Fehmi Paşa Camii, Serdivan’da Beşköprü (Justinianus Köprüsü), Söğütlü’de Harmantepe Kalesi, Taraklı’da Yunuspaşa Camii, Taraklı Evleri, Karagöl Yaylası ve daha pek çok tarihi, kültürel ve doğal güzellikler gezip görülebilecek yerlerin sadece bazılarıdır.

ULAŞIM: Sakarya ili D 100 ve TEM oto yolunun tam içinden geçtiği bir kenttir. Ülkenin her yerinden kara yolu ile kolayca ulaşmak mümkündür. Adapazarı Otogarı’nda ülkenin her yanına gitmek mümkündür. Devlet Demir Yolları’na ait hiçbir tren Arifiye ilçesinden geçmeden Anadolu’ya, Anadolu’dan gelip İstanbul’a gidemez.

DERLEME

20 Şubat 2012 Pazartesi

KANSER -> ROPÖRTAJ

KANSER

Kanser nedir, nasıl oluşur, çevresel mi kalıtsal faktörler mi tetikleyicidir, günlük yaşamdaki hangi yanlışlar kansere ortam hazırlar, neden öldürücüdür, kemoterapi - radyoterapi iyileştirir mi, kanserde erken teşhis olur mu, mamografi ne zaman çektirmek gerek, prostat kanserini gösteren test var mı, kanserden korunmak mümkün mü, neden artıyor, şekeri sever mi ve kamuoyunda sıkça adı duyulan Kırmızı Reishi Mantarı’nın hangi özelliği kanseri yenmeye yardımcı oluyor?

Her geçen gün artan kanser tür ve vakaları, yaş sınırının gittikçe gençleşmesi bu hastalığı hepimiz için korkulu bir rüya haline getirdi. Peki nedir bu illet, bu illetten kurtulmak, korunmak mümkün mü, çaresi var mı?

Hayatımızı sürdürebilmemiz için hücrelerimizin sürekli yenilenmesi yani bölünüp çoğalması gerekir. Yaşam süresini dolduran hücreler vücuttan atılır, yenileri oluşur. Bu denge genlerimizin kontrolü altındadır. Bazı genler hücrelerin bölünüp çoğalmasını sağlarken bazıları da aşırı hücre üremesini dizginler.

Kanser Nasıl Oluşur?

Çocukluk çağı dışında yaşlanan hücrelerle yeni yapılanlar hemen hemen birbirine eşittir. Yani mekanizma açısından bakarsak kanser, aşırı hücre üremesinin dizginlenememesine, yani yıkımdan çok yapım olmasına verilen addır.

Beslenme, hava kirliliği, radyasyon, sigara, çevre kirliliği, gıda katkı maddeleri ve çeşitli toksinlerin yaptığı hasar gen fonksiyonlarını bozduğu (mütasyon)için hücreler aşırı şekilde ürer. Hücrelerin aşırı şekilde üremesini dizginleyen genler ise aktiviteleri azaldığı ya da bu aşırılıklarla baş edemediği için kanser oluşur.

Yiyeceklerimiz ya da diğer çevresel faktörlerde bulunan kanser ajanları DNA’larımıza bağlanarak hasara uğratır. Hasar kritik düzeye ulaşınca da normal hücreler kanserli hücreler haline dönüşür. Sağlıklı bir insan vücudunda bulunan DNA onarım enzimleri ve diğer gen koruyucu mekanizmaları 24 saat içinde hasarın yüzde 90’ını temizler. Her insan hücresinde günde yaklaşık 10 bin mütasyon olur. Eğer DNA onarım enzimleri yoksa ya da yetersiz çalışıyorlarsa bu mütasyonlar hızla kansere yol açar.

Hücrelerin DNA onarım kapasiteleri sınırlıdır; sonsuz değildir. Bu nedenle gen koruyucu mekanizmalar son derece önemlidir. Genlerin korunmasındaki en önemli faktör ise onları besleyen besin maddeleri ve vitaminlerdir.

Kanserdeki hızlı artışın sebebi kalıtsal mı, çevresel faktörler mi?

Kanser tüm dünyada en çok ölüme neden olan ikinci hastalık grubu (ilki kalp-damar hastalıkları). ABD’de 1900 yılında yüzde 3 olan kanserden ölüm oranı, 2000’de yüzde 24’e çıkmış. Yani ABD’de yüzyılda kanserden ölüm oranı 8 kat artmış. Bazı uzmanlar kanserdeki artışı yaşam süresinin uzamasına bağlasa da bu yanlış bir inanıştır. Çünkü aynı zaman içinde 65 yaşın üzerindekilerin total nüfusa oranı yüzde 4’ten yüzde 12’ye çıkmış. Yani üç kat artmış; sekize karşı üç kat.

Demek ki kanserin artmasının temel nedeni yaşlı nüfusun artışı değil. Kanserin gelişimdeki hızlı artışta kalıtsal faktörlerin rolü de fazla değil. Kanser coğrafyaya göre de değişiyor. Tıbbi imkânların son derece az olduğu gelişmekte olan ülkelerde çok az kanser var. Fakat burada yaşayan insanların gelişmiş ülkelere göç ettikten bir iki yıl sonra kanser sıklığı artıyor. Bu durum kanserin, genetik nedenlerden çok çevresel nedenlere bağlı olduğunu ve bunun önlenebileceğini düşündürüyor. Çünkü akraba evliliklerinde aşırı bir artış olmadıkça genetik hastalıkların artması da mümkün değil.

Kanser neden öldürücü?

Kanserlerin yaklaşık yüzde 80’inde neden bellidir. Vakaların yarısından fazlasını akciğer, kalın bağırsak, meme ve prostat kanserleri oluşturuyor. Akciğer kanseri beslenmeyle de ilgisi olmasına rağmen daha çok sigara tüketimi ile ilişkilidir. Kalın bağırsak, meme ve prostat kanserleri ise daha çok beslenmeye bağlıdır.

AIDS, Ebstein-Barr virüsü (öpücük hastalığı) ve B hepatiti virüsü gibi enfeksiyonlar da başlıca kanser nedenleri arasında yer alır. Bu hastalıklar da sağlıklı beslenen insanlarda nadiren görülür. Bu arada önemli nedenler arasında radyasyon, elektromanyetik dalgalar, tarım ilaçları, gıda katkı maddeleri, GDO’lu yiyecekler, ağır metaller ve diğer kimyasal toksinler fiziksel ve kimyasal zararlılar başı çekmektedir.

Kemoterapi ve radyoterapi tümörün büyümesini engelleyebilir mi?

Kemoterapi ve radyoterapi tümörün büyümesini azaltabilir ama her zaman tümörü yok edemez. Yok etse bile tümörün tekrarlama olasılığı vardır. Kemoterapi, radyoterapi ve cerrahiden oluşan klasik kanser tedavisinin etkinliği birçok organ tümöründe artık plato çizmeye başladı.

Artık tedavi başarısında hissedilir bir artış olmuyor. Ayrıca standart tedavi sırasında akut bir toksisite oluşması da önemli bir risktir. Bu nedenle klasik tedavinin toksisitesini azaltacak ve tümör eritici etkisini artıracak araçlar kanser tedavisinin başarısını artırabilecektir. İşte makro besinler, vitaminler, mineraller ve flavonoidler bu araçların başında gelmektedir.

Kanserde erken teşhis tedbirleri (mamografi, tümör belirteçleri vb)

Her kanser için söz konusu olmasa da bazı kanserlerde erken teşhis için bazı tedbirlere başvuruluyor. 40 yaşına gelmiş bir kadının her yıl mamografi yaptırması önerilir. Ama bu kadar sık alınan radyasyonun da kansere davetiye çıkarttığını unutmamak lazım. En iyisi kadınların ayda en az bir kere kendi memelerini elle yoklamalarıdır.

Tabii ki bir kitle ele geliyorsa o zaman mamografi mutlaka yapılmalıdır. Kalın bağırsak kanserleri için dışkılamadaki değişiklikler önemli. İshal, kabızlık, dışkıda kan görülürse kolonoskopi yapmak şarttır. Kolonoskopinin bir zararı da yoktur.

Prostat kanserini gösteren bir test var mı?

Prostat kanserlerinin çok büyük bir bölümü (%99) ölüme yol açmıyor, hastayla beraber mezara kadar sesi sedası çıkmıyor. Buna gizli prostat kanseri denir. Hatta bunların çoğunda parmakla yapılan muayenede de bir kitle ele gelmez. Başka nedenlerle ölmüş erkeklerin otopsilerinde Prostat Spesifik Antijen (PSA) testi bu gizli kanseri gösterebilir. Fakat bu testi yaptırmanın handikapı da vardır.

Yüzde 99 oranla size hiçbir zararı olmayacak bir hastalığı tespiti, sizi ve hekiminizi lüzumsuz yere telaşa sevk edebilir. Gereksiz ve hayatınızı tehlikeye atabilecek tedavilerin yapılmasına yol açabilir. Aslında erken teşhis için harcadığımız emeğin yarısını erken korunmaya harcasak, kanseri azaltabiliriz.


Kanser oranları neden artıyor?

Bunun iki temel neden var:

1. Beslenmede yapılan hatalar

2. Toksinler.

Son yarım yüzyılda piyasaya 80.000 kimyasal maddenin girdiğini düşünürseniz sorunun büyüklüğünü anlayabilirsiniz



Kanser neden en çok şekeri sever?

Son yıllarda beslenme düzenimizdeki en olumsuz değişim rafine şeker ve unlu gıdaların aşırı bir şekilde tüketilmesidir. Örneğin İngiltere’de 1815’te 5 kg civarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi 1970’te 50kg’ın üzerine çıkmış. Daha sonraki yıllarda un ve şeker tüketimi çılgınca artmaya devam etmiş. Örneğin 1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşlar önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişler.

Unlu, şekerli gıdaları aşırı tüketmek birçok hastalığın temel nedenidir. Kanser de bunların başında geliyor! Aşırı şeker tüketimi ile kanser arasındaki ilişki iki kez Nobel Tıp Ödülü alan (1931 ve 1944) Alman Otto Warburg tarafından ortaya koyuldu. Warburg kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizması olduğunu göstermiştir. Vücudun normal hücreleri, enerjileri için hem oksijenli (aerobik), hem de oksijensiz (anaerobik) metabolizma yollarını kullanırlarken kanser hücreleri sadece oksijensiz (anaerobik) metabolizma yolunu kullanabilir.

Vücut, kanseri beslemeye çalışırken sürekli kapasitesinin üstünde çalışır. Eğer sevdiği besini (yani şekeri) vermezseniz kanser açlıktan ölmeye başlar. Bu nedenle kanser hücreleri şekeri kuru bir süngerin suyu emmesi gibi emer. Kanser hücreleri sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullanır. Bildiğimiz gibi onkologlar bazı kanser metastazlarını (sıçrama) saptamak için PET taramaları yapar. Bunun için hastaya damardan radyoaktif bir madde ile işaretlenmiş glükoz verilir! Çünkü işaretlenmiş glükoz molekülünün öncelikle gideceği yer kanser dokusudur. Fakat onkologların çoğu nedense bu bilgiyi hastalarından gizler! Şeker kanser yapar’ diyen hekimlere de şarlatan gözü ile bakılır.

Şekerin tek zararı kanser dokusunu beslemesi değil. Aşırı un ve şeker tüketimi insülin direncine (metabolik sendrom) yani hiperinsülinizme yol açar. Hiperinsülinizm, insüline benzer büyüme faktörü (IGF-1) düzeyini artırır. Serbest IGF-1 hemen hemen bütün dokularda hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere neden olur. Normal tartılılarla kıyaslandığında vücut kitle endeksi 40’ın üzerinde olanlarda, yüzde 50-60 oranında daha fazla kanser görülmektedir. Sadece son 10 yılda Türkiye’deki şişmanlık iki kat arttı. Kanserdeki artıştan sorumlu olan faktörlerin başında da şişmanlık gelir.

Kanser tedavisinde C vitamininin yararı var mıdır?

Bilindiği gibi her kronik hastada C vitamini düzeyleri düşüktür. Fakat kanserli hastalarda bu oran çok daha düşüktür. Çünkü kanser hücreleri C vitaminini tıpkı bir vantuz gibi içlerine çeker ve vücudun zaten az olan C vitamini depolarını iyice tüketir.

Peki kanser hücreleri C vitaminini severler mi? Aslında hayır. Ama onu glükoz zannederler. Çünkü C vitamininin molekül yapısı glükoza çok benzer. Bu nedenle kanser hücreleri C vitaminini glükoz zannederek içlerine çeker. Yani eğer kanda çok yüksek miktarda askorbik asit varsa kanserli dokuya geçen C vitamini miktarı da artar.

Son yıllarda birçok hastalığın destek tedavisinde kullanılan Kırmızı Reishi Mantarı’nın kanserdeki tedavi edici ve koruyucu özellikleri nelerdir?

Kırmızı Reishi Mantarı (G. Lucidum) çeşitli hastalıkların tedavisinde en çok kullanılan mantardır ve hastalıkların tedavisinde rol oynayan birçok mekanizması vardır. Bu özellikleri büyük ölçüde polisakkaritlerden çok zengin olmasına bağlıdır. Mantarın yaklaşık %40’ı beta glukandır. Triterpenoidlerden de oldukça zengindir.

Kırmızı Reishi Mantarı aşağıdaki özellikleri nedeni ile birçok hastalığın tedavisinde etkilidir:

- Histamin salgısını azaltmak
- Karaciğer koruyucusu
- İltihabı azaltmak
- Kolesterol sentezini azaltmak
- Tansiyonu düşürmek (ACE inhibisyonu
- Apoptozu sağlamak
- Antioksidan etki
- Antimikrobik etki
- Immün modülasyon
- Sakinleştirici etki
- Anti-kanser etki

Bu hastalıkların başında alerji, karaciğer hastalıkları, hipertansiyon romatoid artit ve en önemlisi kanserler gelmektedir. Kırmızı Reishi Mantarı’na ‘Ölümsüzlük Mantarı’ diyenler de vardır. Kanserin yaygınlaşması ile birlikte insanlar doğal destek tedavilere ve de Kırmızı Reishi Mantarı’na yöneldi. Neden? Kanser tedavisinde en çok kullanılan mantar Kırmızı Reishi Mantarı’dır. Kırmızı Reishi Mantarı’nın kansere karşı etkisi kanser hücrelerine karşı toksik olmasına, iltihap azaltıcı etkisine ve immün modülatör etkisine bağlanmaktadır. En çok etkili olduğu kanserlerin başında meme, prostat ve akciğer kanserleri gelmektedir.


Kemoterapi ve radyoterapi süresinde Kırmızı Reishi Mantarı kullanılabilir mi?

Kırmızı Reishi Mantarı’nın kanser tedavisine destekleyici olduğu, kemoterapinin yan etkilerini azalttığı yönünde bilimsel araştırma sonuçları var. Ben de bu görüşü paylaşıyorum ve hastalarıma öneriyorum.

 
Kanserden korunmak için nelere dikkat edelim?

- Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.

- Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren ‘light’ hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.

- Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin

- Bol taze sebze ve meyve yiyin

- Yeterli omega-3 alın. Ayçiçeği, mısır, kanola, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, kaymak, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin

- Kefir, ekşiyebilen yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden zengin gıdalarla beslenin. Bu gıdaların fabrikasyon değil, doğal yöntemlerle üretilmiş olmasına özen gösterin.

- Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.

- Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse mandıra sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.

- Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.

- Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz).

- Stresten uzak durun.

- İyi uyuyun.


- Çevresel toksin ve sigaradan uzak durun.

- D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.

 
- Yeteri derecede egzersiz yapın.

- Aşırı alkol kullanmayın.

- İşlenmiş soya ürünü yemeyin.

-Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.

- Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler.

- Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir. Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın. Yemeklerinizi ve içeceklerinizi plastik kaplarda muhafaza etmeyin.

PROF. DR. AHMET AYDIN: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi