Deizm, Yaratanın
varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlikte, akla dayalı bir
tabii din anlayışı çerçevesinde peygamberliği, ahireti şüphe ile karşılayan
veya inkâr eden felsefî ekolün adıdır. Bu düşünceye sahip olanlara da deist
denilmektedir.
Soruda geçen konunun anlaşılması için ciddi bir altyapıya ihtiyaç vardır. Bu
sebeple konuyu kısa birkaç satırda özetlemek gibi bir imkânımız yoktur. Çünkü bu konunun anlaşılması, Allah’ı bütün
isim ve sıfatları ile tanımak, bu sıfatların neyi gerekli gördüklerini
kavramak, ölümden sonraki hayatın varlığına inanmakla mümkündür. Burada birkaç
noktaya işaret etmekle yetineceğiz.
Şimdi birkaç noktaya şöyle işaret edebiliriz:
Her konunun kendine has bir uzmanlık alanı vardır.
Uzaktan bakmakla bazen bir yıldız, bir yıldız böceği görülebilir. Konuyu
yakından bilmeyen kimselerin bir matematik, kimya, fizik formülünü saçma olarak
görmesi normaldir. Semavî dinlerin hikmetlerini yakından bilmeyenlerin de
bunların saçma olarak değerlendirmeleri kaçınılmazdır.
Bizzat gözümüzün önünde cereyan eden insanların
yaratılması, mevsimlerin değişmesi, gece-gündüzün nöbetleşe yer değiştirmeleri,
çekirdeklerin meyve veren ağaçlar olması, bir tane mısırdan bin tane alan mısır
başaklarının bitirilmesi gibi binlerce olaylar -birer realite olarak-
ortadadır. Bu olayların nasıl meydana geldiğini bilimsel olarak anlayıp
kavrayan kaç insan vardır. Özellikle üç yüz yıl önce bunların mahiyetini
bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Şu var ki, bu olayların, bu
gerçeklerin çoğu insanlar tarafından bilinmemesi, bunların gerçekliğine zerre
kadar tesir etmemiş ve bu gerçekler yollarına devam etmişlerdir. Dinî konuların
bazı kimseler tarafından anlaşılamaması, akıl erdirilememesi, bu gerçeklerin
durumunu değiştirmez.
Her devletin, her saltanatın, her sultanın
yurttaşlarını -devlete itaat eden ve isyan edenler- diye ikiye ayırması, adalet
ve merhametin bir gereği ve sosyolojik bir zorunluluktur. Çünkü itaakâr
vatandaşlar ile isyankâr vatandaşları aynı kefeye koymak büyük haksızlıktır.
İnsanları öldüren bir seri katil ile öksüzleri, yoksulları doyuran, huzurevleri
inşa eden vatansever bir hayır sahibini aynı kefede değerlendirmek ne adalete,
ne insanlığa, ne de büyüklüğe sığacak bir tarafı vardır. Din olmazsa, iyi ile
kötü insanı birbirinden kim ayıracak? Ahiret hayatı olmazsa, zalime kim ceza
verecek, mazlumun hakkını kim alacak?
Her padişahın, her sultanın, her hükümdarın kendine
itaat eden, nimetlerine karşı teşekkür eden raiyelerini mükâfatlandırması,
memurlarına maaş vermesi, yurttaşlarını himaye etmesi, bunun aksine
davranışlarda bulunan canileri, katilleri, zalimleri, hırsızları
cezalandırması, onları hapse atması, toplumda anarşinin olmaması, otoritenin
sağlanması için elbette çok gereklidir. Mevcut otoritenin masumları himaye
etmesi onun şefkat ve merhametinin bir gereği olduğu gibi, zalimleri
cezalandırması da bu otoritenin izzet ve haysiyetinin korunmasının gereğidir.
Ezelî sultan, ebedî padişah olan yüce Allah’ın
sonsuz merhametini göstermek için mahlûklarına bin bir çeşit nimet verdiği
gibi, otoritesinin haysiyetini muhafaza etmek için de edepsizlere hak ettiği
cezayı vermesi de o kadar önemlidir. Hz. Âdem (as)’den beri genel prensip
olarak kendisine itaat eden peygamberleri ve onlara iman edenleri koruyup
kollayan, onların davalarını üstün kılan, kendisine itaat etmeyen inkârcı
nankörleri helak eden Allah’ın bu prensibinin varlığı, dinlerin bir vaka olarak
var olduklarını göstermektedir.
Eğer ölüm zalim ile mazlumu eşitliyorsa, katil ile
maktulü aynı akıbete yolluyorsa, her ikisi de ölmekle ebedi olarak yok
oluyorlarsa, hiçliğe gidiyorlarsa, o zaman dünyada numunelerini dünyada gözle
gördüğümüz Allah’ın sonsuz adaletini, merhametini bile bile inkâr etmek
gerekir.
Adalet, dengelerin gözetilmesi manasına gelir.
Gökleri ve yeri, atomları ve molekülleri, yıldızları ve sistemleri ve
galaksileri harika bir düzen ve denge üzerine kurmakla sonsuz adaletini
gösteren Allah’ın, öbür dünya hayatını yaratmayıp, zalim ile mazlumu aynı
kefeye koyması mümkün müdür? Elbette her gecenin bir sabahı, her kışın bir
baharı olduğu gibi, ölüm gecesinin de bir mahşer sabahı ve kıyamet kışının da
bir haşir baharı olacaktır. Bu da hak dinlerin doğruluğunun en açık kanıtıdır.
Diğer taraftan, kâinatın yaratıldıktan sonra
kurulmuş bir saat gibi çalıştığını iddia etmek de yersizdir.
Güneşin ışıklarını gösteren bir ayna bu ışıkları
sürekli göstermesi için her an güneşin ışığına, ısısına ve renklerine
muhtaçtır. Güneş ışıklarını keser kesmez aynanın kendisi karanlığa
gömülecektir. Bunun gibi Allah, bizde ve kâinatta tecelli eden isimlerini çekse
kainat yok olacaktır. Bu nedenle her şey her anında Ona muhtaçtır.
Buna bilimsel bir örnek olarak kendimizi
verebiliriz:
Vücudumuz, bir ilaç gibi bir defa yapılan ve sonra
öylece bırakılan bir şey değil, daima yenilenen bir terkiptir. Bir sene boyunca
bağırsaklarımızda ölen ortalama toplam hücre ağırlığı 90 kg’dır. Ölen deri
hücrelerimizin ağırlığı ise 45 kg’dır. Her gün vücudumuzda 200 milyar alyuvar
ölür ve saniyede 10.000 alyuvar yaratılır. Vücudumuz altı ayda bir tamamen
yenilenen harika bir terkiptir. İnsandaki bu muazzam derecedeki faaliyetin bir
salise bile çekilmesi insan hayatının bitmesi için yeterlidir.
Acaba Allah bu kâinatı bir kere yapsın ve bütün
işleri şuursuz, kör ve sağır sebeplere havale edip çekilmesi mi daha
mantıklıdır.
Yoksa bu kâinatı sonsuz gücü ile yaratması ve her
an tecelli edip kullarını duyması, görmesi ve cevap vermesi mi yaratılış
maksadına daha uygundur. Zaten deizmin yaratılış gayesi konusunda bir fikri
olmadığı da bilinmektedir. Örneğin, görmeyen, duymayan, aklı olmayan, bir
kimseye bir bisikleti bisikletin bir milini bile yaptırmak bile mümkün
değildir. Akıllı olan bir kimse, akılsız, kör ve sağır bir kimseye bu işi
yaptırabilir mi?
Aynen öyle de Külli bir Şuur sahibi olan Allah, kâinattaki
bu muazzam derecede cereyan eden düzeni, akılsız, şuursuz ve kör sebeplere
havale eder mi?
Bulutlar, denizler, yıldızlar, balıklar, arılar,
ağaçlar, havadaki oksijen dengesi, karbon dengesi vücudumuzdaki bu muazzam sistem
ve bunları meydana getiren atomlar, akılsız, kör ve sağır oldukları halde bu
işi nasıl yapabilsinler?
Kısacası, her şeyi her an yaratan, bilen, gören,
varlılarına devam ettiren ve devam etmeleri için her türlü ihtiyaçlarını her an
karşılayan bir Allah’ı kabul etmemek, bütün bunların akılsız, kör, sağır,
merhamet duygusu olmayan sebepler yapıyor anlamına gelir ki; buna şeytan bile
inanmaz. Kalaldı ki
Şeytan da zaten Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmiştir.Onun isyanı Adem Aleyhisselâmadır.
Şeytan da zaten Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmiştir.Onun isyanı Adem Aleyhisselâmadır.
Ayrıca, Kur’an-ı Kerim'deki binlerce Allah kelamı olarak deizm fikrini çürütmeye yeterlidir.
İslâm'a göre âlemdeki kanunilik, Allah'ın isterse
değiştirebileceği "meşîet"inden ibaret olduğu için gerek mikro
gerekse makro planda mutlak olarak Allah'ın yaratıcı gücüne bağımlıdır.
Dolayısıyla Allah ile âlem arasındaki yaratan-yaratılan ilişkisi, deizmin bir
defa olup bitmiş ve artık söz konusu edilmemesi gereken bir yaratan-yaratılan
ilişkisi değildir.
Allah'ı âlemden ve insandan uzaklaştıran yanlış bir
aşkınlık anlayışına sahip deist iddianın aksine Allah "yerin ve göklerin
nurudur" (Nur 24/35) ve İnsana "şah damarından daha yakındır".
(Kaf 50/16)
Dünya Gerçekleri Realities of the World’dan alıntıdır.
Dünya Gerçekleri
Realities of the World’dan alıntıdır